Fetvalarla “Vahdet’ten Tefrika’ya” Suriye Gerçeği -2-
Geçen yazımızda fetvalarda kalmıştık, bu yazımızda fetvalarla devam ediyoruz.
3-Şii cepheye yakın Bilad-ı Şam Alimler Birliği, Alimler Birliği Başkanı Yusuf el-Kardavi’ye hitaben şu ifadeleri kullanıyor: “Bir avuç dolar için fetva verilmesi dinden çıkmak anlamındadır. Dünya Müslüman Âlimler Birliği ve başında bulunan Kardavi, Şehit Allame Şeyh Ramazan el-Buti’nin ve Suriyeli tüm şehitlerin kanlarından sorumludurlar. Bu kanların günahı, onları ahirette cehenneme sürükleyecektir. Müslümanların kanlarının dökülmesi için fetva vermekle insanları Allah, İslam ve özgürlüğe çağıramazsınız, bilakis bu davet hikmet ve güzel öğüt üzerine olmalıdır.”
4-Lübnan'ın Sayda şehrindeki bir başka alim el-Kudüs Camii İmam-Hatibi Mahir Hamud, Lübnanlı bazı alimlerin 'cihat çağrısını' eleştirirken “Suriye'de yaşanan çatışmanın cihat sayılamayacağını, Cihatta esas olanın kafir, müşrik ve işgalciye karşı mücadele olduğunu Amerika'nın Suriye rejimine karşı silahlı mücadeleyi desteklediğini 'Cihat, Müslümanların lehine olmalıdır Amerika'nın lehine değil. Cihada katılanlar da görüşleri ipotek altına alınanlar değil özgür kişiler olmalıdır. Libya'da olduğu gibi Suriye'de rejimin devrilmesi halinde Amerika, Suriye'deki hâkimiyetini güçlendirecek. Bugün Suriye'de yaşananlar birinci derecede Amerika'nın çıkarınadır. ‘Kanımızı, Amerika'nın projesi’ uğrunda akıtmamız caiz midir?' diyerek Suriye’deki muhaliflere tepki göstermiştir.
6-Filistin Aksa Mescidi İmamlarından Şeyh Ebu Arafe Salahuddin bin İbrahim, Meyadin kanalının kendisiyle yaptığı röportajda :”Eğer davetlerinde dürüst ve sadık olsalardı işgal edilen Filistin toprakları bu davetlerinde daha evla olurdu, Beyt ul-Makdis 60 yıldan beri bilinen bir yöndür ona karşı neredeler? Suriye'de yaptıkları gibi O’nun için neden kimseyi askerileştirmediler, neden ordular hazırlatmadılar?” diyerek tepkisini ortaya koymuştur.
Ebu Arafeh:“Din adına Suriye'ye gelen cemaatlerin, dinden uzak olduklarını, Müslüman’ın kanını akıtmaya ve İslam sancağını kardeşinin kanı, malı ve ırzına tecavüz ederek taşımaya gelen kim olursa ve hangi adla gelirse gelsin haindir yalancıdır, bu ümmetin bir dini bir kitabı ve bir peygamberi vardır, kim ki ayırımcılık yapar, bir birine silah taşırsa ondan değildir” diyerek Hz Muhammed (sav)’in:”kendi boyunlarınızı vurarak benden sonra kafir olmayın” sözünü hatırlatmıştır.
8-Suudi Arabistan’ın başkenti Riyad’da bulunan “İmam Muhammed Bin Suud” adlı üniversitede şeriat üstadı (!) olan Saad el-Dureyhem, sosyal paylaşım sitesindeki hesabından Irak’ta yaşananlarla ilgili şunları yazıyor: “Eğer mücahitler Irak’ta ( Kısa süre önce yaşanan çatışmalarla ilgili) baskı ve katliamlarını çoğaltırlarsa ve hatta kadın ve çocukları esir alırlarsa Rafızilerin (Şia fırkalarının tamamını kast ediyor) kalbinde daha fazla korku ve vahşet oluşturmuş olurlar.”
Bu sözler vicdanı olanın “el-insaf” diyeceği bir tarzda … Fetva fetvadır(!). Mal görmüş mağribi gibi ” katliamına ahirette geçerli bir delil(!) bulan.” hem de kendilerini Sünni ifade edenlerin(Saad El Dureyhem )bu çarpık mantığı doğrultusunda hareket eden alçak Esad ve avenesi Suriye’nin Banyas el-Beyda ve Ras el Nebe’de kadın, çocuk ve ihtiyar demeden yüzlerce sivili katletti. Ne müthiş bir fetva, ne müthiş bir vahyi anlama, değil mi?
***************
Bu yaşananlar; Enfal Suresi 46. ayette “Allah’a ve Resulüne itaat edin ve birbirinizle çekişmeyin. Sonra gevşersiniz ve gücünüz, devletiniz elinizden gider. Sabırlı olun çünkü Allah, sabredenlerle beraberdir.” ayetini tebliğ eden, bu konu ile ilgili ciltlerle kitap yazan âlimlerimizin içler acısı halini yansıtmaktadır. Bu hal ise bizleri derin elemlere gark etmektedir.
Bu izahatlarla beraber görülen o ki İslam ümmetinin kucağına nur topu gibi “anası tefrika, babası su-i zann” olan ve adına “ Mezhep Savaşı” denilen bir çocuk bırakıldı. Bu çocuk, patlamaya hazır bir bomba misali âlimlerimizin “engin hoşgörü ve şefkatli kucağında(!) “ yaşanması muhtemel “karanlık günleri” Ümmete yaşatmak için özenle büyütülmektedir.
“Eskiden her türlü şenlikte, kumpanyada cambazlar gösteri yaparmış. Seyreden avanakların ceplerini boşaltmak için yankesicilerin doğal av ortamıymış buralar. Hatta avanak gördükleri kişi eğer gösteriyi seyretmiyorsa, yanlarında durup, 'Cambaza bak bee.. nasıl yürüyor o ipte' diye ipin üzerindeki cambazı gösterip gaz da veriyorlarmış…”
Bu yöntem, daha sonra cambazlığın üstadı olan siyasi alanda layık olduğu başköşeye oturtulmuştur. Özellikle siyasi meselelerde “gündem saptırma, saptırılan gündem altında, çaktırmadan başka işler sokuşturma, gözden kaçırma” yöntemlerinde bu yola çok sık başvurulmaktadır. Eh, bugün de “din” siyasetin en çok kullandığı malzeme haline gelince durum ortada…
Bizi içine düşürdükleri bu labirentte, biz yolumuzu araya duralım, bize “ipin üzerindeki cambazı gösteren” Amerikan Dışişleri Bakanı John Kerry ve Savunma Bakanı Chuck Hagel'in yoğun koşuşturmaları sonucu “4+1” adı verilen Ürdün, Birleşik Arap Emirlikleri, Arabistan ve Filistin Yönetimi olduğu, bunlara ek olarak ise Arap olmayan Türkiye'nin de bu ittifaka sokulduğu bir yapı faaliyete geçirildi. Sürece ilişkin en somut gelişme de Mayıs 2013 başında Arap Birliği'nin İsrail'le sınır takası yapmayı kabul ettiğine dair yaptığı açıklaması, bu yeni dönem hakkında bize bazı ipuçlarını vermektedir.
Ortada Filistin'in paramparça olduğu, Arap baharı sonrası belirsizliğin devam ettiği, Suriye'deki gelişmelerin bölgeyi dinamik ve yekpare olarak İsrail karşısında bir strateji geliştirmekten mahrum bıraktığı, hatta bölgenin kendi içinde cepheleştiği bir ortamın İsrail için mükemmel bir fırsat olduğu bilinmelidir.
Manzara bu kardeşler… Düşmana bile “adalet ve merhamet” dağıtan bir dinin müntesip ve âlimlerinin yürek sızlatan ahvali… Âlim diye hürmet ettiklerimizin bu hali bizlere, Abbasi Başkenti Bağdat’ın Moğollar tarafından işgal edilip tüm eserleri ile İslam ilim hazineleri olan kütüphanelerin, Dicle Nehri’ne atılması karşısında “Dicle’nin suyuyla abdest alınır mı alınmaz mı” tartışmasını verenleri hatırlatmaktadır. Âlimlerimiz bizi bu fetva ve kafa karışıklığı ile uğraştırırken “Atı alan Üsküdar’ı geçti.” Sözü, Suriye meselesinde mücessem hale gelmiştir.
Geçtiğimiz ay, İngiliz The Gurdian gazetesi, ABD’nin öncülüğünde Ürdün’de devam eden eğitimlerden bahsederek, Batı’nın İslamcı muhaliflere karşı, kendi ifadeleri ile “laik muhalifleri “güçlendirdiğini, Beşar Esed’in düşmesi durumunda, laik anlayışa sahip insanlarla ülkede düzen sağlayacak güvenlik güçleri kurulması çabasında olduğunu yazmıştı. Şuan “Batı Kürdistan” diye ifade edilen Suriye’nin Qamişlo kentine bağlı Til Temir ve çevresinde son günlerde Halk Savunma Birlikleri (YPG) ile En- Nusra arasındaki çatışmalar PKK ile Türkiye arasındaki barış görüşmelerinden hemen sonra 1500 PKK militanının ve Cemil BAYIK’ın apar topar Suriye’ye kaydırılması bizim için yeteri kadar açıklayıcı olmaktadır. “Küresel Küfür Hareketi”nin şöyle ya da böyle oradaki müslümanlara karşı verilen savaşının, aleni olması yakındır.
Çünkü 2003 Irak işgali ile fiili olarak sahnelenen BOP’un amacı; ABD ve İsrail çıkarlarına ters tüm rejim ve sınırları değiştirmek veya bu unsurları ya projeye adapte etmek ya da onları ortadan kaldırmaktır. Bunun da şuan ki uygulama aşaması“İslam ümmetinin saflarında güvensizlik mikrobu enjekte edilmesi” dir.
Oyun büyük! Bu oyun; ancak yüreği, aklı ve vicdanı inananları bir deniz misali kucaklayacak “Muhammed-i Muhabbete” adanmış canlarla bozulacaktır. Bu kadar saldırı ve tahrip karşısında “Vakit, Müslüman toplumların bu fitne kaynağı fetvalara ve “Saray Mollalarına” karşı sokaklarda Şii-Sünni kol kola, omuz omuza yürümek ve birliktelik vaktidir. Vakit, her daim “Ya Rabb! Ellerimizi zulme bulaştırma! Ya Rabb! Bizi inananlar için fitne yapma! Ya Rabb! Bizi içimizdeki beyinsizler yüzünden helak etme!(amin) deme vaktidir.”