Konuk Yazar

Tarih: 06.06.2013 18:15

Ahmed SAİD

Facebook Twitter Linked-in

Fetvalarla “Vahdet’ten Tefrika’ya”Suriye Gerçeği -1-


Şimdi sen, kendi hevasını ilah edinen ve Allah'ın bir ilim üzere kendisini saptırdığı, kulağını ve kalbini mühürlediği ve gözü üstüne bir perde çektiği kimseyi gördün mü? Artık Allah'tan sonra ona kim hidayet verecektir? Siz yine de öğüt alıp düşünmüyor musunuz?”(Casiye 23)


Bugünlerde ABD ve İsrail’in sükûnet ve rahatlığı hiç olmadığı kadar fazla. Sebep kendilerinin bir damla ter ve kanları akmadan ezeli ve ebedi düşman addettiği Müslümanların bilinçsizce onlar adına, onlara iş bırakmayacak şekilde birbirlerine karşı acımasız saldırıları…


Beri tarafta henüz Suriye sorunu halledilmeden Irak’ta mezhebi bir savaşın ayak seslerinin her geçen gün daha yakından hissedilmesi bu endişeleri daha çok artırmaktadır.


Her iki taraf da ( Şia ve Selefi) kendisinin haklılığı için karşı tarafı dinsizlik, tecavüz, cinayet, işkenceyle itham ve karalama girişimleri; ardından oluşan bu atmosferdeki bilgi kirliliği… İslam saflarında güvensizlikler üzerine kurulan kirli ittifaklar… Ki vahiy bu yanlış algının hepimizi hem dünya hem de ahirette sıkıntıya sokacağını, gelecek musibetin Şii-Sünni ayırt etmeyeceğini; “ Öyle bir azaptan sakının ki (o geldiğinde) sadece içinizden zulmedenlere erişmekle kalmayacak.( Hepinize dokunacaktır.) Allah, azabı çetin olandır.”(Enfal süresi 25. ayet) veciz bir şekilde ifade etmektedir.


Mevcut durumda; oyun aynı, plan aynı, yöneten aynı maalesef figüran rolü biçilenler de aynı… Akan kan kimin? Müslüman kanı değil mi? Defaaten aynı delikten ısırılan, nasstan nasip almamış, şekilci, şuursuz yığınlar topluluğu; önümüzde ise tanıdık bir senaryo…


Bir taraftan kendilerini Suud, Katar gibi zalim ve şehvetperestlere dayandırarak fütursuzca fetva verenlerin oluşturduğu blok ile beri tarafta kendilerini İran’ın mezhebi ve siyasî bakış açısına kurban edenlerin oluşturduğu bir başka blok. Deve ve fillerin tepişmesinde ezilen ise zavallılar…


Ülkemizden ve dünya coğrafyasından “muhlis, fedakar, cihad ve şehadet aşkıyla yanıp tutuşan tevhidî gençlerin teşvik ve tahrik edildiği, ancak neticede öğütüldüğü bir cendere … Suriye.”


Belki bu yazım birçoklarını rahatsız edecek, belki de tepki ve hakaretlere sebep olacak ama sonuç ne olursa olsun… Ya bütün gördüklerimizi, duyduklarımızı, öğrendiklerimizi yazıp insanlar nezdinde farklı adlarla damgalanacağız ( Hain, cihad düşmanı vb.) ya da susup hadisin ifadesi ile “dilsiz şeytan” (ki benim için insanların ne dediği değil, Allah ve Resulü’nün bu konudaki ifadesidir geçerli olan.) tanımıyla vasıflanacağız. Bu sebeple yapanın yanına kar kalmasına göz yummamak adına bu meseleyi ele aldık.


Konumuza gelecek olursak:


Zulüm zulüm olalı böyle bir alçaklığa pek az rastlamıştır. Babasının“Hama Katliamındaki” vahşetini bir adım öteye götüren bir vampirlik sergilemektir; babasının oğlu kafir Esad. “Katranı kaynatırsan olur mu şeker? Cinsine tükürdüğüm cinsine çeker.” Sözünü doğru çıkarırcasına küfrünü, bombalarla vahşetlerle kusmakta. Allah Resulünün İslam savaş hukukuna göre savaşta dokunulmasını yasakladığı “kadın, çocuk, ihtiyar” demeden bombalaması Nusayri bir kâfirden beklenen bir tavırken; ülkesinin ismi yanına “İslam”adını veren bir rejimin bu yapılanları desteklemesi ancak vahiyden nasipsiz olan bir anlayışın yansıması olsa gerek.


Evet, son yüzyılda yaşanan en büyük katliamlardan biri olan Suriye katliamı, Müslüman kanının modern dünya efendilerinin gözünde ne kadar da kıymetsiz olduğunu ispatlayan aynı zamanda yüreği olan herkesi inleten bir vahşet manzarasıdır. İki yılı aşkın süredir sorunu çözmeye dair hiçbir somut irade göstermeyen Batı ülkelerinin, uyguladıkları oyalama taktiklerine her gün bir yenisi eklenerek yok edilen insanlık onurudur Suriye…


Son dönemde yaşananlar, batı ve işbirlikçilerinin İslam’a ve onun ilke ve prensipleri çerçevesinde oluşacak Müslüman bir Suriye’ye karşı düşmanca bir tavrın aleni göstergesidir. Bu süreç, sadece Nusret Cephesi’nin, Ahraru’ş Şam Hareketi’nin, Muhacirler Tugayları’nın, Selefî- Cihadî ekolün, İhvan içinde Batı ittifakına boyun eğen bazı figürler lehine yine İhvan içindeki samimi kesimlerin tasfiye süreci değildir. Bu süreç “Küresel Cihad Hareketi’nin tasfiye veya ılımlı İslam’a evirilme sürecidir.” Suriye’de yaşananların böyle algılanması gerektiği kanısındayım.


Suriye muhalefetinin müstefi lideri Muaz el-Hatip, Milliyet Gazetesine verdiği röportajda, düşüncelerimizi doğrular ifadelerle: “Yabancı cihatçıların varlığı, devrimimizin meşruiyetine gölge düşürmek için kullanılıyor. Sayıca azlar. Onlarla irtibatımız yok ama ileride onları kazanırız. Bazı ülkeler kurtulmak için kendi radikallerini bize yolluyorlar. Ancak merak etmeyin; bizim sosyal yapımız, radikalleşmeye uygun değil. Suriye’nin sosyal yapısı, ılımlı olacağının güvencesidir. ÖSO’da yabancı cihatçılar yasak. ÖSO’da olmak için demokrasiyi ve iç tüzüğümüzü kabul etmeleri gerekiyor.” Demişti. Bu açıklamalara paralel olarak, son zamanlarda Suudi Arabistan ve Körfez ülkelerinin “Suriye’de halka yardım eden mücahidlerin ülkelerine döndüklerinde tutuklanacaklarını”açıkça belirtmeleri, 1967 Arap - İsrail savaşını akıllara getirmektedir. (İsrail’e karşı cephede cihad eden İhvan-ı Müslimîn vb. cemaat elemanlarının, oluşan barış ortamıyla derdest edilmeleri.) Ülkeleri tarafından mücahitlere verilen “orda ölün; ama geri dönmeyin”mesajı…


Bugün din diye hepimizce kabul edilip dört elle sarınılan ictihad ve fetvalar, İbadetleri kendi siyasî ve ticarî kazançlarına malzeme yapan ‘saray mollalarından kiminin’ maalesef ileri sürdükleri yorumlar haline gelmiştir.


Günümüzde Müslümanlar bu yorumlara bakarak birbirlerini öldürmüyorlar mı? Kabul etmek gerekiyor ki “Kur’an değil ama İslam tahrif edildi.” İşte tam da bu noktada “Soğuk Fetva Savaşları” adını verebileceğimiz yeni bir süreç devreye girdi. İş, bu fetvalarla kalmadı şimdiye kadar İslam toplumunda itibar edilen âlimlerin kendileri gibi âlimler eliyle itibarsızlaştırma operasyonu ile bu süreç zirveye ulaştı. Yazımızın bu bölümünde İslam âlimlerinin Suriye konusundaki farklı görüşlerini alt alta vererek kolayca anlaşılmasını sağlamayı amaçlamaktayız. Bunları sizin bilginize sunarken acaba “Hangi İslam?” demekten kendimizi alamadık:)


1-Suriyeli Âlim Muhammed Ramazan Said el Buti, Dimeşk Emevi Camisinde: “İçinde bulunduğumuz koşullar; şehir, ev ve barınağımıza kadar varan saldırılar karşısında cihat ve savunma artık “farz-ı kifaye” değildir. Artık Suriye’deki cihat “Farz-ı Ayn’dır”   Herkes kendi gücü oranında “satılmış kuklalar”ı bertaraf etmek için Suriye Ordusuna yardım etmekle mükelleftir.



2-Kardavî ise el-Buti’nin 
fetvasına mukabil yaptığı konuşmada'Öldürün, siviller eğer masumlarsa öldükten sonra nasıl olsa Allah onları affeder'  derken, öte taraftan Bahreyn yönetimine karşı yapılan halk ayaklanmasını ise gayr-ı İslamî sayarak şu iddialarda bulunmuştur: “Bahreyn’de yaşananlar bir devrim sürecini taşımamaktadır. Bahreyn’de yaşananlar fırka ve mezhepseldir (Şia).  Mısır, Tunus ve Libya’da yaşananlarla hiçbir benzerliği yoktur!”diyordu. Ancak Kardavî’nin hak olarak yansıtmaya çalıştığı aynı Bahreyn yönetimi; kısa bir süre önce Siyonist İsrail'e karşı verdiği mücadele ile tanınan Lübnan İslami Direniş Hareketi Hizbullah'ı Parlamento kararıyla 'terör örgütü' ilan ederken Bahreyn Emir’ine İslam düşmanı Siyonistlerden ödül gecikmemişti.


Sünnî bloğun bu fetvalarına karşılık, Şiî camia hiç boş durur mu? Lübnan el-Diyar gazetesi Arap istihbarat raporlarına dayandırdığı haberinde, alimlerin toplum nezdindeki itibarını sıfırlamak için, “Şeyh Yusuf el Kardavî’nin eski eşi Esma binti Kadet, Kardavî’nin yaşamındaki gizli ve saklı mahrem konuları ifşa ettiğini, Esma binti Kadet’in ifşa ettiği konulardan birisinin de Kardavî’nin Siyonist İsrail rejimi istihbarat teşkilatı Mossad’la gizli görüşmeler ve ilişkiler içerisinde olduğunu” okuyucularına aktarmıştı.


Yusuf el-Kardavî’nin ikinci eşinin söylediklerine göre, Kardavi, 2010 yılında Tel Aviv’e bir ziyarette bile bulunmuş. Esma binti Kadet’in naklettiğine göre Kardavi, İbraniceyi rahatlıkla yazmakta, okumakta ve rahatlıkla İbranice sohbet etmektedir. Kardavî’nin Siyonist İsrail rejimi ile ilişkileri Katar Emiri vasıtasıyla yürütülmektedir.


Yine Kardavî’nin eski eşi Esma binti Kadet, Kardavî hakkında dediklerinin delili olarak Kardavî’nin çoğunluğunu Amerikalı Yahudilerin oluşturduğu Amerikan kongresinden takdirname belgesi, Amerika ve Siyonist rejimin politikaları çerçevesinde Arap ülkelerinde üstlendiği rolünde başarılı olması için finansal destek aldığı haberleri… Tabi ki eski eşine atfedilse de bu sözlerin hemen gerçek kabul edilmemesi gerektiği dinimizin bize bir emri… Hele konu bir âlim olunca daha hassas olunmalı… İnsaf ve izan devreden çıkınca daha neler söylenecektir. ( DEVAM EDECEK)


Orjinal Köşe Yazısına Git
— KÖŞE YAZISI SONU —