15 Temmuz Hain Darbe Girişimi ve sonrasında yaşanan süreç herkesin malumu. Bugüne kadar iktidarsız yönetimler, koalisyon dönemleri, kurulamayan hükümetler, ekonomik ve siyasi istikrarsızlıklar darbe girişimlerine zemin oluşturmuştur.
Bu nedenledir ki, Cumhuriyet tarihi boyunca neredeyse her dönemde dile getirilen Başkanlık Sistemi için bir ortak siyasi mutabakat sağlanmış oldu. Özellikle Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan’ın sürekli dile getirmiş olduğu bu sistem, ülkemizi siyasi açıdan vurulmuş zincirlerden kurtarmak için bir fırsat sunmaktaydı. Bu güne kadar matematiksel hesaplara takılan bu sistem, yaşanan darbe girişiminden sonra Sayın Bahçeli’nin destek vermesiyle ete kemiğe bürünmeye başladı.
Nihayet, yapılan görüşmeler sonucunda bir anayasa değişikliği mutabakatı üzerinde uzlaşma sağlandı ve 16 Nisanda bu metin halk oylamasına sunuldu. Yapılan referanduma %87 gibi rekor bir katılım sağlandı. Bunun neticesinde 55 milyon seçmen oy kullandı. Ve açıklanan resmi sonuçlara göre de, seçmen %51.41 oranında tercihini Evet’ten yana kullandı.
Resmen yürürlüğe giren, bugüne kadar da çoğumuzun gözden kaçırdığı şöyle bir tablo çıkıyor karşımıza;
2019'da yapılacak seçimlerde Parti Genel Başkanlarının Başkanlığa aday olduklarını düşünelim. Ortaya şöyle enteresan bir durum çıkacak.
1. Milletvekili listelerinde yer almayan, yani Başkanlığa aday olan parti liderleri milletvekili seçilemeyecek.
2. Parti Genel Başkanlarının onayıyla listeye girenler meclise giderken, başkan olamayan genel başkanlar genel merkezde çalışmalarını sürdürecek.
3. Partilerin Genel Başkanlarının dokunulmazlıkları olmayacak.
4. Normalde grup başkanı olan parti liderleri, mecliste grubu yönetemeyecek.
Yani kısaca; Genel Başkanlar ya Devlet Başkanı olacak, yada Hiç .
Başkan seçilememe durumu çoğu zaman parti liderlerini koltuğundan edecek. Bu nedenle de bu olumsuz tabloya karşı, şöyle bir refleks de geliştirilebilir. 'Zaten devlet başkanı seçilemem. En azından milletvekilliği elden gitmesin. Dimyat’a pirince giderken, eldeki bulgurdan olmayalım ' endişesi taşırsa eğer genel başkanlar, dışarıdan birisini partisinin adayı olarak gösterebilirler.
Bu durumda da şöyle bir sonuç çıkar ortaya;
1. Parti Genel Başkanları kazanma veya kaybetmeye dayalı olan Başkanlık seçimlerini kaybetseler dahi, bu şekilde ara bir formülle mecliste yasama faaliyetlerine katılma fırsatı bulurlar.
2. 'Kapsayıcı olsun, kucaklayıcı olsun diye böyle aday bir gösterdik, fakat halk seçmedi' deyip halk suçlanırken, kıvrak bir şekilde meclise girmek de mümkün olur.
3. Parti Genel Başkanları hiçbir şey kaybetmezken, milletvekilliklerini korumuş olurlar.
Bu nedenle bugünlerde de sıkça dile getirilen; “mutabakat adayı, hayır blokunun adayı” söylemlerinin ardında, kaybedeceğine inanan parti genel başkanlarının milletvekilliği koltuğunu koruma içgüdüsü olduğunu da unutmayalım. Bir kenara yazalım, dursun.