Kerim Kitabımız Kur’an’da, sıklıkla israiloğullarından örnekler verilerek onların düştükleri hata ve yanlışlara düşmememiz istenmiştir. İşte o örneklerden biride Talut ve Calut kıssası diye de bilinen kıssadır. Bu kıssada, israiloğullarının önde gelenlerinin peygamberlerinden kendileri için bir hükümdar tayin etmesini ve bu hükümdarın komutasında Allah yolunda savaşmak istediklerini okumaktayız.
Bu istek karşısında peygamberleri, kendilerini çok iyi tanımasından hareketle; “Bakın Ya savaşmanız emredilir de savaşmaktan kaçınırsanız” diye sordu.Onlar da: “Biz ve çocuklarımız yurtlarımızdan sürülmüşken Allah yolunda niçin savaşmayalım?” diye cevap verdiler. Fakat savaş kendilerine emredilince pek azı müstesna savaşmaktan kaçındılar. Bakara 246.
Burada dikkat çeken husus, kendilerinin ve çocuklarının yurtlarından sürülmüşken Allah yolunda savaşma istekleridir. Yani, Mukaddesatları için ve daha sonrada vatanları ve evlatları için savaşma arzuları.
Ancak bu arzuları birçoğu için tayin edilen hükümdarın adını duyuncaya kadardır. Ondan sonra yine eski hatalara ve yanlışlara düşmüşlerdir. “Ve onların peygamberi onlara dedi: “Allah Tâlût'u size hükümdar olarak tayin etti.” Onlar: “Biz hükümdarlığa ondan daha çok layık iken ve ona fazla bir servet verilmemişken nasıl bizim üzerimize hükümdar olabilir?” dediler. Bakara 247.
İşte bu mantık, yani her şeyi maddi bir bakış açısıyla değerlendirme mantığı israiloğullarının en büyük handikabıdır. Ve bundan, yaşadıkları onca tecrübeye rağmen bir türlü kurtulamamışlardır.
Madem ondan (Talut) daha layıktınız ve daha fazla servete sahiptiniz ve bunlar sizin için üstünlük vesilesi idi, o halde düşmana karşı savaşsaydınız… önünüze duran mı vardı?
Peygamberleri dedi ki: “Allah onu sizden daha üstün kılmış ve ona derin bilgi ve mükemmel bir beden vermiştir” Allah hükümranlığı istediğine verir. Allah'ın mülkü ve kudreti çok geniştir. Ve O her şeyi bilendir. Bakara 247.
Öncelikle şu husus peşinen bilinmeli ve kabul edilmeli ki, ” Allah hükümranlığı istediğine verir.” Bu konuda kimsenin bir söz söyleme hakkı ve haddi kesinlikle yoktur. Daha sonra, Allahın değer ölçüleri ile insanların değer ölçüleri birbirinden çok farklıdır. İşte burada olduğu gibi. Onlara göre değer ölçüsü soy sop ve maddiyat iken, Allah’u Teala hiçbir zaman bunları bir değer ölçüsü kabul etmemiştir.
Allah’u Teala bizlere “emaneti ehline vermemizi” emretmektedir. Ehline yani, bir işi en iyi biçimde yapacak düzeyde bilgisi olan yetkin kimseye. Bu kişinin soyu ve zenginliğine bakılmaz. İster bir köle olsun ister fakir bir kimse. Burada asıl olan ehliyetli olmasıdır.
İşte bu kıssadan ilk elde öğrendiklerimiz bunlardır. Kıssanın devamını ve bize öğretilerini haftaya kaldığımız yerden sürdüreceğiz inşallah.