DTP Eski Genel Başkanı Ahmet Türk ile Enerji ve Tabii Kaynaklar Bakanı Taner Yıldız’a yapılan saldırılar bana 2007'de Cumhurbaşkanlığı seçimi ekseninde yaşanan gerginliği ve kışkırtmaları hatırlattı.
Bombalar patlıyor, muhtıralar veriliyor, kurumlar devreye sokuluyordu. Bu tuzaklara en iyi cevabı 22 Temmuz seçimlerinde halkımız verdi.
Şu sıralarda siyaset kulislerinde de referandum öncesi tuzaklardan söz ediliyor. Ahmet Türk ve Bakan Yıldız’a yapılan saldırı 2007'de Türkiye'yi kaosa sürükleme hesapları yapan karanlık zihniyetin 2010 versiyonu olarak çıkıyor karşımıza.
Söz konusu her iki olay Türkiye'nin en derin ve kırılgan meselesi Kürt sorunuyla yakından ilgili. Son yıllarda yaratılan siyasi iklimle Türkiye toplumu kendi içinde 'ötekileştirilenlerle' yüzleşiyor, ortak bir siyaset dili bulmaya çalışıyor. Bu ortak siyaset dilini yakalamaya çalışan siyasetçilere atılan yumruklar aslında bu ülkenin barış ve kardeşliğine atılmış sayılır.
Türkiye’de yaşanan gelişmeler, uluslar arası gelişmelerden bağımsız tutulamaz.Yeni bir dünya düzeni kuruluyor. Büyük devletler, bu yeni dünya düzeni içinde Türkiye’nin hangi safta yer alacağını etkilemek için çeşitli politikalar geliştiriyor, senaryoları devreye sokuyor.
Türkiye’yi kontrol etmek isteyen güçler, Türkiye’yi kontrol edecek mekanizmaları harekete geçirmek için ters operasyonlar düzenliyor, halkımızın tercihlerini etkileyecek provokatif eylemler gerçekleştiriliyor. Bu noktada vatandaşların uyanık olması gerekir. Ne zaman ki olaylara bu perspektiften bakarsak bizleri kullanmak isteyen güçlerin hesaplarını alt üst ederiz.
Avrupa’nın Türkiye politikası, güneydoğunun parçalanarak kuzey ırakla birlikte bir kürt devletinin kurulmasıdır. Böylelikle Türkiye’nin güçlenmesinin önüne geçerek kontrol edilebilir bir devlet durumuna düşürülecek. Nitekim şu anda terör örgütünün en büyük destekçileri başta Almanya olmak üzere Avrupa ülkeleridir. Bu arada İsrail’in de Avrupa’dan farklı düşünmediğini belirtmek gerekir. Almanya başta olmak üzere Avrupa ülkeleri PKK’yı Türkiye’ye karşı bir koz olarak kullanmaktadır.
Türkiye, başka ülkelerin parçalayıcı politikalarını bertaraf edebilmek ve ellerindeki kozları almak için kendi meselesini kendi çözmek zorundadır. Bunun da yolunun özgürlükleri genişleterek toplumsal barıştan geçtiğini, tarihi tecrübesiyle birlikte görmüştür. Devletimiz bu durumu fark etmiştir. Başbakan Erdoğan’ın “Milli Birlik ve Kardeşlik Projesi bir devlet projesidir” demesinin altında yatan faktör budur.
Büyük devletler Türkiye üzerinden çeşitli oyunlar oynarken Türkiye de boş durmuyor. Statükonun direnmesine rağmen başta Kürt sorunu olmak üzere yıllardır halı altına süpürülen sorunlarla yüzyüze geliniyor ve bunlara bir çözüm getirilmeye çalışılıyor. Seçkin bir azınlık dışında toplumun tüm kesimlerinin şikayet ettiği darbe anayasasını değiştirmek istiyor.Tabi son 8 yılda Türkiye uluslar arası politikalarda çok ciddi başarılar elde etti. Nitekim Türkiye, tarihinde ilk kez BM’ye geçici üye seçildi. Komşu ülkelerle yaşanan suni sorunlarını bitirdi. Birçok ükle ile aralarında vizeyi kaldırdı. Avrupa Konseyi Parlamenterler Meclisi'ne ilk kez bir Türk başkan seçildi. Türkiye, başta Ortadoğu ülkeleri olmak üzere Orta Asya, Afrika ve Avrupa’da etkin bir konuma yükseldi, önemli bir güç haline geldi.
Türkiye’nin güçlenmesini istemeyen ülkeler, Türkiye’yi zayıflatacak terörü besliyor ve arka çıkıyor. İnsanların sağduyusu arttıkça ve kardeşlik bağlarımızı güçlendirdikçe düşmanlarımızı alt edeceğiz. Bu noktada provokatörlere meydan vermemeli, barışı, kardeşliği ve sağduyuyu egemen kılmalı, maşa olarak kullanılan bilinçsiz gençlerimizi uyarmalıyız.
Bin yıllık kardeşliğimizi sevgiye dönüştürebilmeliyiz.